13 Temmuz 2008

Asrevya!..


Yollarda buluyorum adımı. Boğazımda düğümlenmiyor artık sözcüklerim. Korkmuyorum da üstelik yazmaktan, yaşamaktan, ağlamaktan…

Asrevya!
Önadına masal bezenmiş bir cinneti yazarken satırlarıma, kaç söz iyi gelebilirdi ki sen diye büyüyen yaralarıma?

Gerçeklerle büyüyen dünyama bir yalan düştüğünde yırtıp atılmalı mıydı? Söylenmesi gereken tüm sözcüklere rağmen “gitmek” denilen yolun içine girip, ağzımdan düşmesi gereken tüm sözler yutulmalı mıydı?

Adıma biçilmiş bir sessizlikti varlığım. Kendi yangınlarım önemli değil ben avuç içlerimdeki külleri sana bulaştırdım. Seni yazmanın bedeli bu kadar ağır olmamalıydı Asrevya. Bir masal ömrümden çalmamalıydı bu kadar. Şimdi kime ve neden yazdığımı çok iyi bilen bir kalem olsa da başucumda, anılar kadar gerçek değil sözler. Söylenmiş sözler kadar yalan değil anılar.

Kaybettiklerimden elde edilmiş bir bulunmuşluk kadar sahteydi hafızamda inzivaya çekilmiş yüzler. Şehrin dar sokaklarının lambalarını süsleyen fesleğenler yoktu hayalimde. Biz değişiyorduk her vakit. Hayallerimiz hayallerimizden uzaklaşıyordu. İçimdeki ben benden…
Derin çizgili hüzünlerle şekillenmişti yüzüm. Bileklerimde saklıydı son sözüm. İşte bir yalanı da sen savurmuştun gökyüzüne, gerçeklerimi ayakuçlarında ezercesine.

Yalınayak bir duruştum uzun yolun kıyısında. Gitmek dendi ilkin kulağıma. Sonra kalmak, sonra gitmek ve sonra yine kalmak... Devam eden bu seslere kulaklarımı kapatmak istedim. Beceremedim.

tek kelime;
düştüm
kalsaydın, kalırdım
hançerleri saplayıp ayaklarıma
kalsaydın
gitmeye yüz tutan hiçbir fiile uyanmazdım
son / baharlarımda…

Takvimlerden ömrüm düşerken bir bir inadına, yüzüme tokat gibi yapışıyor gerçeğin. Yâdına sen düşmüş her düş ölüdür, bilesin. Sayfaları kayıp katliamlardan bir ölüm seçerken satırlarıma, en güzel sonu sen yazdın masalıma. Sen kadar olamazdım susuşumda. Sen gibi susarak anlatamazdım tüm dilleri, içinde yürüyemeyeceğim düşleri…

Her defasında kesinlen ellerime inat yeniden yazıyorum. Ellerimde soğuk.. Ellerimde kar – kış… Yarınlarımın elini yüzünü yıkamış aşk. Oysa sonu bilinir masallara önsöz düşmüştüm sevdayı. Sonumu “hoşça kal”sız uğurladı.

Gecelere düşürürken sesimi, kalın ünlü bir harf oluyor darağacım. Yastığıma bulaşan yaşlar ağır geliyor sabahlarıma. Yağmurlarda ıslanırken onca kelimem, gözlerime sakladığım bir adın mahkûmiyetini çekiyorum hâlâ ben. Yaralandığım tüm cümlelerin failiydin sen.

En çok sessizliğine kırılmıştım belki. İstedim ki sesin bölsün sessizliğimi. Sorduğum soruların cevabı yok dilinde. Birikmiş tüm yazılara bir kibrit kadar uzağım. Tezadına düştüm. Hiçbir yol sana gelmez artık. Ve hiçbir düş unutturamaz seni. Her şeye rağmen bitti diyemem masalına. Seni yazmak yaşamak değil midir? Peki ya ölmek nedir Asrevya?

İçine soramadığın hangi sorunun cevabına ekledin adımı? Sen bende hiç ölmezken yoksa ben sende hiç yaşamadım mı?
Ardıma düşemeyen her nokta boğazıma vuruyor düğümünü. Bazen ölmek gibi kalıyorsun nefeslerimin ucunda. Bazen soluk bir tebessüm oluyorsun yanağımda.

Gözlerimde harabe bir kent… Yokuşlardan inip çıkarken masallardan düşmüş bir yürek… Her satırın sonunda kâbusa dönen sevmek… Lâmelif kuyruğuna asılan zamanlarda, hiçbir acının saç tellerinden uzanmıyorum yarınlara. Adımda yaşamış bir düş, düşünde ölmüş bir ben… Sorularına bir cevap feda edebildim mi bilmem; ama sorularıma hiçbir ses feda etmedin sen…

Asrevya!..
Masallarla büyüyen çocukluğumun göz kapaklarında asılı kaldı adın. Sen bir yüz yarasıydın geçmişimde oluşan, izleri yarınlara taşınacak olan. Yüzümde aşikârsın. Şehrin karanlığını bıçak gibi bölen ışıklarda kabuk bağlıyor yaralarım. Sen, bir çizik daha atıp gidiyorsun ben düşerken. Bir yara, bir merhem, bir iplik, bir iğne, bir sökük… Neydi tanımına yeten? Kaç kez saklanabilirdin hatıralarımda? Ben gözümü yumdum yoksa gittin mi Asrevya?

yan yollara düşerken adımda sürünen sevda masalları
renkli kağıtlar kadar parlak duruşum seni aldatmamalı
şimdi tüm açık sözlülüğünle savurabilirsin laflarını
ben, üstüme çektim sevdamı

sana mı vurdu hasret kokan cümlelerimin kör karanlığı
ben çekiliyorum, aydınlığa boğabilirsin dünyanı


Sessizliğin ardından çığlık gibi gelişim hep bir “öteki” olarak konumlandırdı beni ömrüne. Öyle bir masal seçmiştim ki kendime bütün haklarım en başından feshedilmişti. Kendime koşturmalarımda karşıma çıkan koca ‘hiç’lerle baş etmiştim. Düşmelerimin arkasına saklanmış yara bereleri sildim. İsminin ardına yığıldı ünlemler. Gizledim… Uykularımda varlığına eş düşen kâbuslar sordu yazgımı. Yollarımın biletini kesti kaldırımlar. Gidemezdim… Ki bilmediğim; gitmek neydi Asrevya? İyiler ve kötülerle oluşan masallarda gitmek hangi safın eylemiydi? Kaç kez denenebilirdi? Peki ya kalmak kimdendi?

Ömründen aldıklarım varsa geri veriyorum; ama bilmiyorum ne olacak ömrümden aldıkların?
Eskimiş ayak izlerimle saklı mektuplardan mazimi arıyorum. Uzun yollarımın asfalt ziftleri yerleşiyor tırnaklarıma. Gezilmiş; fakat gelinememiş bir geçmişten yadigâr kalıyorlar bana. Karıştırılmış defterlerden eskimeyen sorular düşüyor dilime. Hangi gerçeğe inat bu masal Asrevya?

Şehrin caddelerinde, kayıplığımın etiketi oluyor varlığın. Artık boğazıma astığım yarım yüz bir obje duruşun. Ellerimden dökülen silgisiz bir resim…

Demir parmaklıkların hükümranlığında birkaç satırdan oluşan cümleyiz. Âharlanmamış kâğıtların bir köşesine karalanır harflerimiz. Sonra;
Geceye şehir düşer
Düşe kâbus…
An gelir, yazanı belli olmayan mektuplardan dökülür hayat.
An gelir, şehrin yağmurları büyük definlerin yüzünü yıkar hayatın ertesi.

Güzel sözlere uykusunu satacak çocuklar bekler kundaklarda ve bir bomba çınlatır vahşetin kulağını. Alnımızdaki savaşa rağmen bayraklaştıramayız barışın adını. Her bir köşeye dağıtamayız zeytin dallarını. Güvercinlerin kanatları kırıldı. Bunca kan revan varken yüreklerimizde, barış diye dillenemeyiz kendi türkümüzde. Son bir defa dur diyemeyiz gidenlere.
Ve nihayet gece…
Karanlığımda kayboluyor tüm ışıklar. Bir yudum aydınlık kalıyor bana. Sen, yolunu bulmaya çalışıyorsun eskimiş ayak izlerinde. Düşüyorsun… Sonra aydınlığımdan medet umuyorsun. Ki bilmiyorsun, benim aydınlığım önümü bile görmeye yetmedi Asrevya. Kandırmayalım kendimizi ve kanmayalım mutlu sonlu masallara…

İçimde saklıdır koca bir sen…
Neydi ki ses duymak, yüz görmek?
Yaşadığını bile bilmek yeterliyken…
Artık
Ölümü aşka emanet edilmiş biriyim ben…
Asrevya!..
Yazarak yaşattığım bir kahramanı susarak öldürdün sen…


Tuba Özdemir

Hiç yorum yok: