30 Ağustos 2008

Zahmin - 6

Her ölüm aşka götürüyorsa, her aşkta ölümü getirir.
Aşk’sın, sadece sana varabilirim.
Ölüm’üm, sadece bana varabilirsin.


Aşk kendini bitiyor işte. Düşüyorum sere serpe ömrümün dışına. Aşkın dolaylarında üzgün esintiler fısıldayan ben çelişkili intihar notu bırakarak kaşınla gözün arasına, hüsrana yenik düşüyorum. Yenilgiye yeniliyorum. Kavram kargaşasında anlamın on üç ayaklı köprüsünden geçemeyip aşkın en öznel dizesindeyken sende dize geliyorum. Yokluğumun derinliğinde yok oluyorum. Sürükleniyorum. Varlığım varlıksız. Noktasını koyamadığım ünlem beni bilmiyor. Seni ihlâle itekliyorum benden. Sadakatin evhamını kimse kabullenemez biliyorum. Avlunun sonrasında hayat, kirli ellerini suyunda yıkayan simsiyah bir deniz mi? Durup durup kirlenmeler ve nihayetinde ölümle arınmalar bundan mı?

Karanlığın bana benzediğini en çok ben biliyorum. Acısını ıslaklığında kaydırıp saçlarını yangına sürükleyen kadınlar bölüyor rüyalarımı. Kelimesizliğinin cümle sonlarına yığılan bir şair oluyorum ansızın. Uykusuzluğunu gözkapaklarında uyutup oyundan kaçan lâl bir deliyi oynuyorum bu dramda oysa. Bakıyorum ki uçurumlar daha yakın kirpiklerimden; bir uçtan bir uca eskiyor satırlara çarpıp dibacesinde bin parça olan öykünün sessizliği. Kara çalıyor kanıksadığım deliliğim bilincime. Sevdiğim! Ayrıcalıklı acılarda derinleşen devrik hayatın üstüne sil baştan yaşanmıyor aşk. Felahımdın, feryadım oldun.

Nefretimden tenimin cüzamı dökülüyor pul pul. Bitmiş bir öykünün geç gelmişliğine ağlıyorum iskele direklerine yaslanarak. Ağ atıyorum hayata, kendimi inşirahta yakalamak için. Yerleşik acılarla bağdaşamayan bağlaçlardayım. İmgelerle öksüren ayrılıktan arta kalmışlığım akıyor sol omzumdan. Dilimde cehennem kafiyesiyle uyuşmayan sahtelikler zilsiyah bir gecede akıl oyunlarıyla çıldırıyor. Ey zahmin! Yalan sözcüklere kanıp uğunan gidişlere uğradın. Başkalarının huysuz cümleleriyle susup yalnızlığın bana ikinci el kalan öksüzlüğü bıraktın. Azat ettin gamzenden. Avunmasın gözlerin. Yansın ellerin, ellerimin sıcaklığını her özlediğinde. Şimdi son kadar ayyuka çıkabilir avazın isli coğrafyalara dalarak. Kaybettikçe anlıyorum, yitirilmeye değmezmiş aşk.

Şarkılar kavgamdan utanan turna sürüsü. Yoksun, notalarım kurşunlanıyor. Kırk yerimden ezberlenerek düş yiyorum. Onulmaz harflerle süslüyorum kayda geçmeyen kederi, sabitken acının sansürü. Dokunuyorum kırıklarıma, içimdeki hülyaların nemlenişi uzuyor şeritler boyu. Rengimi bozuyorum çift dikişli yalnızlıkta. İstanbul gibi her gidenin ardından kovalıyorum geçmişimi karartmak için. Biliyorum, yüzün uzak bir memlekete sürgün. Ey zahmin! Kentime kendimden önce gelen yağmurdun, ilkin şakaklarımdan çekildin. Örtbas ederek aşkı otobüs camlarına dönen çehreni bağışladın balkondan fırlattığım mektup nüshalarına. Haklılığına sebepler buluyorsun hikâyesizliğimizden. ‘ Asılsız bu sancılar. Bağla sana çıkan doğruları. Replikleri yalan kalbimi sınattığım senin. Sahnelenmesin pürisyan kahrı nefeslendiğim tek kişilik aşk oyunları’ diye bağırmak için susuyorsun. Benden başka kim ömrünün figüranı olabilir ki? Çevirsem başımı tabelasız vurgunluklara, içim dönüyor yollarına. Sen senin uzağınsın aslında.

Bakışından mesul bir ağustos serinliğisin. Seni her gece çoğaltarak kuşkularınla, sensiz kalıyorum çığlığım efkârımın suskusunu yutsun diye. Vapur homurtularına çarparken gündüzü eksik hayat, sorgusuz bir şiire gözyaşından bitap mercan damlalar damlıyor. Anlıyorum, bu şehirde adam başı cinayet var ve her cinayet kendine sokuluyor kanını gizleyerek. Ten artığı akrepler değiyor yarama. Vakit azalan sevinçlere yorgun kalıyor. Dakikalar seyrelmekte hara vuran ateşli soluklarla. Farazî düşlerimi kırbaçlayarak benliğimden söküyorum sende uzun kalmaları, annem henüz dikmişken bedenimin çıplaklığını. Aşk dedim, yarasına sarıldım. Sarılmasaydım daha beter ölürdü rüzgârı kaşlarımı eğen saçların. Sensizliğe dair anları biriktirsem de yokluğunun yeknesak alfabesine aldanıyorum. Sıklaşan ağrılara boylu boyunca uzanılmıyor nasılsa.

Hüznün avuçlarında buharlaşmayan yorgunluğun izlerini görüyorum. Demlenmeye hazır ağır yalnızlığın iç koridor voltalarındayım. Yaşamın en kırılgan noktasında son nefesime sürünen aşk zabıtları yırtılıyor içimde. Arınmamış, paslı iklimlerden çıkamayan adı belli küfürleri lânetliyorum sesimin en ağlamaklı duruşuyla. Çember daralıyor ve aşılmıyor dağlar. Bağrına taş basan kırk ikindi türküleri, gezgin düş damlaları doluyor bilincimin en kusursuz görüntüsüne. Aşk kalmayı kaldıramıyor ve hiçbir ayrılık elemini yüzünden süpürerek son/baharında ölmemeyi beceremiyor. ‘Gittin, kendimi özlüyorum’ diyerek akşamsızlığımda imha ediyorum kalbimi.

İçimde biriken enkazlara bir enkaz daha ekleyip sevilmekten yorgun düşmüş en sevi halimle savruluyorum. Yokluğumu terk edip dağınık ömrüme, yaşamak için gidiyorum. Bakıyorum ayrılığın yürek çöplüğü gözlerine son kez. Bırakıyorum kendimi gidişlerin kollarına. Biliyor musun, acıma ağlayarak benliğimde büyüttüğüm firakın uçurumlarını daha çok seviyorum ben. Kalbimden kovulup sana gelmiştim oysa. Zahmin, seni kime yazdı Yaradan?

Kapanıyorken perde sızımı selamlamak için kendimle yer değiştiriyorum:

Sen giderken acemi ve küskün anılarım vardı bu şehirde. Şimdi sen yoksun ya, çıkardım aklımdan anılarımı.


Cengizhan Konuş

28 Ağustos 2008

Gelmeyenim

Kuru bir dal elimde kalan
Virane bir kent göz bebeklerime yıkılıyor.
Tarihsiz vakitlere vakit,
kutupsuz pusulalara yön soran biçareliğimin kisvetsiz aşikârlığını yâren eyledim mihnetli adımlarıma.

Meğer ne çok kilitlenmişim kilidi kırık kapılara. Eşiklere düşürdüğüm yeminlerimin hayasız iradesizliğine, kahırlı benliğimden itiyorum intiharlarımı. Yörüngesi yitik cümlelerin çizdiği yüreğimden sızıyor kanlı akşamlar. Gecenin ıssızlığı, uluyan mırıltıları çalınırken kulaklarıma, ayazda uyuşmuş avuçlarıma dökülüyor gözlerimdeki buzul yanlarım. İlmeği kaçmış bir ömür terk ederim pişmanlıklarıma. Ne kadar sussam o kadar kanar, ne kadar kanarsam o kadar susarım. Ve ne zaman konuşsam, imlası bozuk bir duruş oturur dudaklarıma. İç kanamalı bir sus olurum köhne hüznümün aynasında. Susmak en inatçısı olmaktır yalnızlığın bilirim. Ve şakağımda zonklar bütün sustuklarım.

Gözlerime iliklenen parçalı bulutlu bir bakıştan türetmeye çalıştığım anlamlar karmaşası zihnimi ufalıyorken, karanlığıyla pençe pençe liğmelenmiş umutlarımı didikler, kanlı gagalı leş yiyiciler. Bir türlü kurtulamadım ellerinden. Nerde üşüsem ölmemi bekler, nerde ölsem kanımın kokusuna üşüşürler.

Düşünceme sarkan mosmor bir portre olur aşktan arta kalanlarım. Git gide ürkünçleşen yönsüzlüğüm, çığrından çıkmış bir yalnızlığı imzalar geceme. Ayyaş vakitlere sığdırılan müspette sözlerin çürük nüshaları durur hala usumda. Yar bakışlı kentleri konaklatıp hüznümde, bir vagon dolusu intiharla geçiyorum sancılarımdan. Eskitme bir yitmişlik geceyi kurutur gözyaşımda. Elimde kalan bir kuru daldı aslında...

Közümde har, yaremde tuzsun yar.
Ey Yar!
Felakete çağrı ettiğin bir aşkın asudesi olmuşum ben. Bela bir sevdanın avaresi.
Gül dalına asılı bir muştuydu gelişin ve şimdi gidişin.
Kurudu gülüm. Kurudu gönlü gülistanım.
Çehrene gergeflediğin zemheride naçar kaldı sevdakar yıllarım.
Adına son söz dediğim yıkımları bırakıp kentime, yığınlarca enkazın altında sıkıştırdın yüreğimi.
Sesime kumlar doldu, içimi beton bloklar ezdi yokluğunda.
Kimse yok mu deyişlerime ses vermedin. Gelmedin!
Kimliği meçhul bir zavallı sandılar beni. Koca koca greyderler açtı mezarımı. Gelmedin !
Çürümeye durdum. Yılanlar, çıyanlar mesken tuttu kokuşmuş düşlerimi, yine gelmedin, hiç gelmedin !

Gelmeyenimdin...


Kemal Halil DEMİRCİ

26 Ağustos 2008

Veda-Name

"Ahuzardır içerinden kırılmış gençliğim"

Bir kitabın önsözü gibi hayatımın önsözüne yerleştiriyorum bu mısraları. Altını çiziyorum bir daha dönemeyeceğim satırların. Ki ardıma dönemeyecek kadar önümdeyken hemde. Koca bir ömürle başlanmış bir hikayede, 'Ve son geldi' demek için seçilmiş bir figüranım sadece. Rolümü oynamaya hazırım. Fakat yanlış bir senaryodayım.

''Bu filmi baştan çek yönetmen''

Bir ömür düşülecek takvimlerin harf yüzünden. Ve ben seyircisi kalacağım yaşantımın. Yar'e feda olsun diyerek ve bir an olsun tereddüt etmeyerek; o vakit "yar'e feda olsun canımdan üflenecek her kelime"

Maşukların susturduğu aşıkların hatırına anlat kalemim!

İçi boş bir ney kadar boş benliğimin odaları. Üflense çıkamayacak kadar tiz neyimde ki harf nidaları. İçsel bir karmaşanın açıklanamayan tarafıyım. İzahı yapılamayan bir 'ah' uzunluğundayım. Zaafları katledilmiş bir aşkın direnç gösterileri yapıyorum kendime. Neyin direncini gösteriyorum ki kalemime? Güçsüzüm sevgili.. Seni kalemimin ucunda tutamayacak kadar mecruh.

Aşina bir yalnızlığı yudumlarken, birden satırlar canlanıyor gözümde; ''Sen benim can parçamsın''
Omuzlarımda taşıdığım bu ağırlığa rağmen, kalemime dilinden düşen bir sözün hatırına doluyorum harfleri elime ve bir veda karalıyorum geçmişimin kırık çizgisine.

Şimdi tekil bir laf karmaşasının en kalabalık susanıyım.

Uzun bir yoldayım!...
Gitmelerin kucağına kalmaları oturtan,
Doğrulardan kalkıp, yalanlara oturan bir koltuktayım...
Rahatsızım!

Kalem harfleri oynatıyor gözbebeklerimde. Zaman; 'dönmeden yaz' diyor kalemime. Kalemim düşlerinden vurgun yemiş ve sana 'son' demeyi kabullenecek kadar harbedilmiş..Kalemim bütün gelmeyişlerin en dibine çekilmiş. Vakit geç. Sevdiğim, bulduğun yerde beni artık es geç! Elimi tuttuğun kıştan suretimi sil geç!

Kalem ki, musallaya düşürüldü. Sus sonsuza kadar! Bu sevdanın gereği çoktan düşünüldü;

Geçirilsin tutanaklara; 'aşk kaçak bir ölüştü'

Aşk-ı zemherir! Dönülecek bir söz kalmadı güncemde...
Ben ki, ölüm yollarına dalmışım. Ben ki, sana dönemeyecek kadar sende kalmışım.

Uyut beni! Belki düşlerimde sana dönmeyi beceririm.
Konuş ki; sus'uma sesinden bir pay biçebileyim.

Kışları kayıda geçirtiyorum alacaklı defterlerinde. Her kış ömrümden düşülecek bir satır. Kıştan alacağım en fazla bir aşktır. Sana dokunmanın iştiyakıyla koşuşturuyor satırlar ordan oraya. Adını yazacağım günü bekliyorlar sanki. Ki, bilmezler sevgili ben adınla ancak ayakucuma varabildim. Ben adınla say ki kaftan indirildim.

Herşeye rağmen, seni silmemi bekleme benden. Adının yanına adımı gömeceğim..Kabartmalı harflerle süsleyeceğim adının düştüğü satırları kağıda. Fakat ben cılız kalacağım adının karşısında. Yine de rızama bir tebessüm yansıyacak. Sen bile bilemeyeceksin uğruna kaç kez karalandığımı. Saymadım...Sayamadım adını yazarken kaç kez yaralandığımı...

Beni artık yolcuların iniştiği şiirlerde arama. Beni siyah şairlerin, alacakaranlık mısralarında ara. Beni suskun şairlerin gözyaşlarına sor. Seni bulduğun şiirden, al getir yanıma koy. Tutayım satırlarda elinden, 'Haydi bir gayret' de bana. Giderken bana avuntu bir sen ol.

Düştüğüm satırdan, menziline giren 'son'uma değecek tek virgülüm ol.

Sen kuvvet ver Rabbim bileğime. 'Son' diyemeyecek kadar yeniliyorum sevdiğime.

ve can havli işte, devam ediyorum bütün sustuklarıma.

Uzun bir cümle karmaşasını elime doluyorum bu veda ile...
Sen gidince, Bir çok şey gibi, bu sonda yine kalemin insafına bırakıldı.
Kalemim şimdi adını mı darağacında sallandırır? yoksa bir ömür boyu beni mi susa susa yazdırır? Bende cevap yoktur sevgili. Benim öğretmenim zamandır. Bende zaman yanıtlayandır. Zamana sor bir koşu, acep bu hikaye hangi sonda sallandırılır?

Yorgun bir günümdeyim..Yorgun bir düşün içindeyim...Bir vedadan ne beklersin sevgili? Vedalar senin için ne ifade ederdi? Veda sandığın her zaman senin gibi gitmekten mi geçerdi? Bugün yanılma vaktidir..Bugün tarihi tersine çevirme vaktidir.

Sen ki, gidilememiş vedaların baş kahramanı!
Doğrul oturduğun yerden ve bir yastık al ardına. Batmasın can kırıklarım sol yanına.
Aşk'ı hiçbir sözle anlamayan birine anlatabildiğimi sanma. Sandığına da vakitsizce inanma! Bugün veda bildiğin sanrılar gözbebeklerinde bir bir sallanacak...Bende ki sona ne tuhaftır ki bir vedayla başlanacak.

Bir gecede düşüp gidemeyeceksin dilimden...Bildiğin vedaların bilinmedik bir senaryosu olacak yazılanlar...Bir sayfada yazıp koparmayacağım bu vedayı. Sayfa sayfa gidişler vuracak ayaklarıma. Hayatımda ki her saatten bir kesit damıtacağım kalemin ucuna. Her günümde ki senin bir özetini çıkaracağım ve dökeceğim bütün acılarımı kağıda. Dağılacağım bir ihtimal..Ama yinede yazacağım. Dağıtılmış bir silüet ne kadar toplanabilirse, o kadar toparlanacağım.

Gidişine yaraşır fırtınalı bir veda bırakacağım sana. Fakat bilirim, gidişin kadar oturamayacak hiçbir veda kıyılarıma...Bitimsiz sanrılarla boğuşacaksın. Bittiğini sanıp, bir diğer satırda gözyaşlarımda adını bulacaksın. silmek isteyeceksin yaşananları...Belki de bitmek, yine gitmek isteyeceksin belki...Nafile..Nafile...

Nasıl ki gözyaşlarıma silgi kullanamadıysa satırlar, Hiçbir silgiyle silinemeyecek kadar gerçekçidir yazılanlar...

Hiçbir silgi hayatı silme becerisi gösteremez sevgili..Kendini nafile sözlerle avutma. Artık gerçeklere uyanma vaktidir. Şimdi gerçeğimize göz açma vaktidir. Ki keşke gösterebilseydi..ki, gösterebilseydi de önce seni beynimden bir kalemde silseydi...

Hala yazılmakta isen, bir düşün düşünde uyuya kalmak düşer sadece sana. Hala susulmakta isen, sesinden ilelebet afaroz edilmiş sesim düşer payına. Ve bu aşk önce sana konuşur, sonra susuna.

Bu vedasıdır sevdamın...Miras olarak sevdama bırakabileceğim tek kalıt! ''Hani aşkın nerede?'' diyenlere senden sonra sunabileceğim tek kanıt...Her gülüş bir 'sen' hesabına yatırılır. Her acı bende ki yaraya alacak niyetine yazılır.. Benim hesabıma olsa olsa yazmak bırakılır.

İyi misin diye sormayın bana! bir yar'dır bıraktığım içi katran karası sayfalara...

Adın bilmediğim sonların başlangıcına düşüyor ve ömrüm ki, asıl düştüğün yerden kalemi eline almaya başlıyor. Kurtar kendini kalemime bulaşan cellatların elinden. Sen ki, hala düşlerimin en güzel yerindesin sevgili. Aşk ki, hala bildiğin bir şarkının en naif bestesi. Dilimde adın üşüyor. Zaman anıları tepeleyerek geçiyor. Ben benden gideli çok oldu. Aklımsa en fazla seni kovalıyor.

Dikkat çekici bir yalnızlık var odamda. Dönüşlerinin nazarına düşemedi gözbebeklerim. Vedaları diktin sen satırlarıma. Sen ki; gözyaşlarıma kalışları biçtin. Marifetli acıları dilimde ezberlettin. Bir diğer nüshasını kendime sakladım ıstıraplarımın. Sana aslolanı bırakacağım. Sevdam dilime düğümlenmiş bir nefir. Biliyorum...çığlığımda en fazla ben sağır olacağım. Sudan çıkmış balıktan farksızım kalemimin çeperinde. Sana akıldışı senaryolar yazıyorum. Mahrum bırakıldım. Senden fazla sende ki benden. Oysa seni yazarken en çok kendimi karalıyorum.

Ruhuma gam işliyorum gecenin kenarından. En güzel oyalara senin adını vermek temennisiyle. Sonra adını verdiğim bütün emekleri bir çırpıda kalemimden söküyorum...Her yanım sökük, her yanım yarım. Hiçbir yanımdan ele alınamayacak kadar naçarım. Sökülmüş aklımda kalmış elişi ayrılıklarım. Aklıma gülüşün düşüyor bir an, gözümden düşüyorum. Al götür bu ayrılığı benden. Daha fazla katlanamıyorum.

Bir solukta telkinlerimden sıyırıyorum kendimi. Avutulamayacak kadar derinlere gömdüm sözlerimi. Vahim çığlıklar ötüyor dumanlı başımda. Cümlelerimin ipinden tavana asıyorum düşlerimi. Sallandırılıyor hayaller gözbebeklerimde ve elimden sıyrılıp ziyanlığa düşen 'sen' o hayallerin 'en' merkezinde.

Tercümanı olamıyor hiçbir lisan dilimin. Belki de dilimden fazla elimin. Kelimelerimin yörüngesine girdiğinden beri, ham bir sevdanın etkisindeyim. Yoğurulmamış hiçbir duygu. Öylece bıraktığın gibiyim..Gibiden de öte hatta ki öyleyim. Sabrı sende öğrendim, sükutu yüzündeki duvarlardan dinledim. Şimdi karşımda kendi kendimin seyircisiyim.

Lügatsızlığımdan taşıyorum sevgili...Harflerden alabildiğim kadar sen almaya bakıyorum..Çünkü biliyorum...Yazdıkça sen düşeceksin dilimden. Yazdıkça ben silineceğim onmaz yerlerimden. Al git gülüşünü gözlerimden. Sabrımın taşında kurumuş gözyaşlarım..Senin adını sayıklamaktan kendi adımın yabancısı kaldım. Sonunda düşürdün ya kendini satırların diline. Şimdi istesende temize çıkamazsın...


Hatice Menteş

24 Ağustos 2008

Duyuyormusun Beni

ellerime bak ellerime
kan-ter içinde bir gece;
kan-ter içinde...
ahit sandığında saklı günahlarım
çıkıverecek yeryüzüne.

çoban ateşleri yanmalı
gecenin semalarında bir duman
her ses sükûta gebe
Meryem'in gözyaşı içinde
bütün bilgelik derslerini okuyorum bu gece.
duyuyormusun beni,
söyle;
söylesene?...


Filiznur

23 Ağustos 2008

Yüzünden Hatıra Bir Eylül Kaldı Bende

"biz bu sonbaharda buluşacaktık
bahar geldi geçti sen gelmez oldun"


Kırkımı devirdim, devrildim yirmi sonbahar kez
geleceksin diye bir ömür adadım yollara
bekleyişlerle geçti gençliğim
Tükendim. Tükendim, artık gelme
Kurudu adına diktiğim çiçekler
Adını verdiğim bebekler eskitti gelinliğini
Çıkamadım içinde bıraktığın sonbahardan
yüzünden hatıra bir eylül kaldı bende
Büküldü belim, çürüdü içim
Yirmi mevsimdir ürpertiyor bütün gidişler beni
Saymıyorum içinde sen olmayan gelişleri
Yirmi senedir bütün ayrılıklar bir kez daha alıp götürüyor benden seni
Eski bir alışkanlıkla çift söylüyorum çayları, denizi taşlıyorum
yaprak yaprak düşüyorum hayattan, çürüyorum..
Ödünç yaşıyorum, aldanma gülüşüme
Bunca yalnızlıktan geriye ertelenecek bir hayat kalmadı bende
Artık hiçbir yemin ikna etmiyor beni
dokunmuyorum saçlarıma dolan aklara
Ne ölmek korkusu, ne yaşamak kaygısı
ne yaşamaya ehilim ne de ölüme kefil
Söz vermiyorum hayata
Konuşmuyorum, ürpermiyor içim eskisi gibi
Dilim kavrulmuyor, sarsmıyor yaşamak beni
Gittin...
Eylüldü, yağmurdu biraz..
‘kahrolsun’ yazıyordu bütün duvarlarda
kahroldum bütün kavuşmaları alıp gittiğin günden beri
Gittin..
mutlu olmak umudu kaldırıldı benden
Ömrüme bahane bütün ihtimallerden
hep eylülü denedim yirmi sonbahar kez
Olmadı tutmadı dileğim
tükettim ömrümü sana deymez bir kederle
atamadım..
yüzünden hatıra bir eylül kaldı bende


Muhammed Varol ÖZTÜRK

21 Ağustos 2008

Uğurlama

Bu şehir yıldızlarını zemheri yağmurlarıyla gölgelemezdi böyle, yaşanmayabileydi tahayyül vakitlerini biçimsiz bir biçişle katleden yanılgılar. İki yakası bir araya gelmeyen bir kentte meridyen boyu volta atmak gerekmeseydi, sokak başları bir ağıtın adımlanışına şahit tutulmazdı. Ve iyot kokusu yakmazdı genzini adamın, belirgin bir belirsizlikle ruhumuza çöreklenmeseydi ânın en hüznü mahfuz hallerinde saçlarımızda beyaz bir leke ile varlığını tescilleyen yazılmamışlıklar.

Susma hakkını erken kullanmanın cezasıdır bu vakitsiz çıldırışlar..

Bir iç denize aynı noktadan bakarken, söylenmesi gerekenlerle cedelleşip, söylenilmesi istenenlere devşirmek gerekliliği kadar dardayım. Akla bela bir karmaşanın adam boyu hüsrana kesen iç hesaplaşmasında, maktûlün gözlerini kapatıp ölüm saatini kayda geçerken zaman, aynı yere göz dikip bambaşka şeylere kör kalan iki yitirilmiş hayattan bir “biz” oluşturmanın imkansızlığına böylesi kâni iken yüreğim, benzer zamansız sancılara bel bağlayarak söylenmeliydi belki “sana ihtiyacım var”.. Halbuki ihtiyacı yok hiç kimsenin hiçbir şeye, can alıcı meleğin parmaklarını ruhunda hissettiği an, eylemlerini su üstüne çıkaracak bahanesizlikler kadar. Ve bilmiyorsun neye benzer, olmayacak duaya denmesi istenen dört harfi zikredememekten suçlu bulunmak…

Bütün ayrılık hikayelerini yükleniyor avuç içine, geceye nifak düşüren çığlıklarım. Ben son vapurum hükmü infaza mühürlenip Haliç’te katledilen. Tüm tutsaklıklarımı gözlerime hapsettim, özgür kalsın diye kirpiklerinde alazlanan firari ruzgâr.. Üzerime ölü toprağı serpiyor bağ bozumu gözlerin. Saçların, yılların eskitmekte gecikmediği bir şeyleri ahenkliyor.. Tahayyülüme düşüyor belge hükmü taşımayan alın çizgilerin. Sana "denedim" demeye yeltendiğim her vakit, küskün çocuk bakışın kesiyor yolunu bitişlerin..

Oysa delikanlı olmak yetmiyor gözü kara vuslatlara.. Kaç gençlik çürüttüm yıkılası duvarların hüzün bulaşığını temizlemek için! Tüm kanıma mâl oldu resmedilişi karanlığıma gözlerinin. Gözlerini çoğalttıkça yüreğimde, gözlediğimden oldum ben yâr..

Şimdi kapı önü nöbetleri sarmalıyor rampalarda duraksayan sevdamın vites dişlilerini. El işi tesbihlerde çekiyorum gecenin tüm hüznünü içime. Kısık bir ıslık gibi artık, saçlarımda bozulamamaktan kindar rüzgârın nefesi. Bu umursamaz boşluk soğuğunu salıyor yar/a kalmış yerlerimden.. Bu ayaza kesmiş hüzün, en dirayetli yanlarından bulaşan laneti kabulleniyor.. Bakma sedasız bir ağıtta giyotinlenmiş gözlerime, ben öfkeye delalet bir suskuda kanırtıyorum ciğerlerimi. Öyle yalnız bir ölüme çarptırıldım ki, gece bile mayası tutmamış bir salkım üzümden beklenen promil kadar. Varlığım anlamsız gel/gitlerde çırpınan azatsız ruhların cehennem bekçisi.. Bana aşkın en helal halinden bir ölüm biç, senin ellerinden olsun yâr....

Korkuyorum, bu tenhalık aşka alâmet değil... Bu nasır bana ağır.. bu gökyüzü âhıma dar..

Artık vuslatın adı ölüm, yaşamın adı efkâr...


Ayşegül MOR

17 Ağustos 2008

Söyleyin O'na Unutmasın!

Git istediğin miktarca uzaklara. Benden sana artık dilediğince izin! gitmeye karar vereni, kimsenin alıkoyamayacağını ikimizde biliyorduk. Bile bile yaşıyorduk kaçak zamanları. Öyleyse zamanın gitmeye yakın bitimlerinde, son kez baksaydın ya gözlerime. Baktığın zaman nefret değil de, pişmanlık olsaydı keşke sözlerinde.

Gidiyorsun öyle mi? Sen bana hiç gelmedin ki.
Susuyorsun öyle mi? Sen benimle hiç yürekten konuşmadın ki.

Sen giderken durdurdum zamanı! Arkanı döndüğün an dünya dolanmıştı ya ayaklarıma, yiten bir aşka daha sızlıyor şimdi canım. Öyle bir yanış ki; cehennem zebanileri iki tarafımda bekliyor sanki. Adını andığım an şah damarımı kesecek gibi tutunmuşlar kollarıma. Yasak adını anmak! yasak adını anıpta bile bile ağlamak! bir yasakta kokun bulaşmış ellerime. Sen giderken, yasaklar koydum üst üste. Kimbilirdi ki, aşka yasak gelen şeylerin, bir ömür boyu yok sayılacağını. Kimbilirdi ki, o yasakları ezip geçenin, o yasakları koyan olacağını.

Şehrin her sokağında, her caddesinde arasan bulacaksın oysa ayak izlerimi. Belki bir ümit diyerek dolaşıyorum yollarda, bir yabancı sana benziyor bazen, sevinir gibi oluyorum, ama fazla da sürmüyor. Gözlerinden anladığımda sen olmadığını.
Bir çay içiyorum, bir çay daha! etrafımda oturanlar susuyor sanki benimle birlikte,
insanlar susuşuyorlar,
artık insanlar konuşmuyor mu?
yoksa ben mi duyamıyorum artık konuşulanları?
yada anlıyorlar mı dersin sensizliğimi? çok da uğraştım ama,
saklanmıyor demek ki hüzün. Saklanmıyor giderken bıraktığın yüzüm.

yüzümü gittiğin günde düşürmüştün! Belki de ondandır yüzsüzlüğüm.

Özlemlerimi koynumda uyuttum gecelerce. Sen doldurdum özlem dolu tüm kefelere. Onlara dönüş masalları anlattım, kahramanı gidipte gelmeyen olan. Onlar uyurken ben; onları seyrettim saatlerce. Sevgi fedakarlıktı ya hani, uykularımı bahşiş verdim her gece özlemlerime. Korkum o değil ya, ya birgün elimde, avucumda olanlar da biterse!
Korkuyorum bir yitiş hikayesi daha yazmaya, korkuyorum kalemimi bir yalnızlığa daha çalmaya. Korkuyorum bir gidenin, bir daha dönmeyeceğini anlamaya.
Korkularım da arttı sen gittin gideli. Meğer ne kadar da korkusuz oluyormuş sevmek! Sevilmeye korkar mı insan? İşte şimdi böylesi korkuyorum, sevginin kapımı çaldığını anladığım zamanlarda. Sevgiden değil de, yanında getirdiği ayrılıklar koyuyor sol yanıma.

Gitmenin hakkını vermek olmalıydı oysa 'Elveda' kelimesi. bir veda cümlesinden çok şey ifade etmeliydi gerçekten sevenlere.
Severek birleşen ellerin yası olmalıydı, bir daha tutulamayacak ellere damlayan gözyaşları.
Yaşanmışlıkların pişmanlığı değil! Yaşanmamışlıkların, yarım kalmışlıkların yası olmalıydı dillere dolanan keşkeler.
İnsan üzülerek gidebilmeliydi geldiğinden.
Gitse bile seni sevdim bir zamanlar diyebilmeliydi.
YAZIK!
Kimse verememiş gitmenin hakkını yüreğime!
Az mı sevmiştim? çok mu geldi yoksa sevmelerim?
orta kararı tutturamadım diye mi böylesi bir acıya terkedilmiştim?
yada ben mi sevmeyi bilememiştim? Ne önemi var cevapların şimdi değil mi?
hani çok sevdiğin Sezen diyor ya 'gitti giden, gitti giden!'

Şimdi bunca sözden, acıdan, gözyaşından habersiz olan sen; yelkenini çoktan savurmuşsun başka sevdalara. Çokta seviyormuşsun...
Ezbere ayrılıklara bulanıyor şimdi yüreğim!
Gidişlere değil de, yitişlere doluyor gözlerim.
Bana vermediğin, vermek istemediğin değeri fazlasıyla ödüyormuşsun bilmem kimin hesabına. Hangi gözlerde söndürüyorsun kimbilir doymak bilmeyen ateşini?

Git istediğin yürek sofrasına şimdi! Aşkımdan sana dilediğince izin!
Yit istediğin yüreklerde şimdi! ben şarkılarda yaşatacağım yarım kalan hikayemizi.

Çünkü yokluğunda öğrendim ki,
sevgi her zaman kalmak değil;
sevgi gitmek istemesen de gerektiğin de gitmekti!
sevgi onsuz yapamayacağını bilsen de,
mutluluğu için karşındakini özgür bırakabilmekti.

olur da bir gün sevgiyi sorarsa sana, söyle küçüğüne.
sevda herşeye rağmen yürekten yaşanıyorsa eğer;
sevgi gideni, daha arkasını döndüğü anda affedebilmekti.
Olurda birgün seni nasıl hatırladığımı merak edersen eğer;
aynaya bak ve kendine şöyle söyle benim yerime.

''Aşkımı, sevgimi, gözyaşımı helal ettim!
Çünkü ben seni gerçekten sevmiştim!''


Hatice Menteş

14 Ağustos 2008

En Derin Düşümsün / Uyut Bebek Sevmelerimi


yasakları sevişim gibi,
ihlaldir, zaman şimdi
koylarında kulaç atmaktayım,
yufkadır gönlündeki dalgalar
boğuluyorum tüm teneffüs saatlerinde,
hani diplerde nefes vardı..
hayat vardı...

kıvılcım gibi tutuştur ıslak tüm kibritleri,
yaz dedikçe içime düşüyor kalem uçları,
açılıyor tüm alemin, lugatları
şimdi mesneviyi okuyorum,
mıh gibi tutuyorum katreleri
sana sunuyorum ışık ışık
sığdır mahzenine ey sevgili
sığdır
sığdır ki
senin için yapamadıkları
yapayım
hala dudak kenarımda asılı kalmış/mavi bir gülüş
ıslaktır şimdi umutlar/dumanı sızdırmaz arasından
hadi vuslat vakti/ay tam yörüngesinde
kaldıysam /ellerin ellerim içinde
gözlerim gözbebeğinde büyüyor
usulca sessizce
emzirip duruyorsun bulutları
bir bulut sarıp üstüne
sallayacağım seni
sağnak bir salıncak gibi şimdi yağmur
en derin düşümsün/uyut bebek sevmelerimi


Filiznur

06 Ağustos 2008

Sus Yorumu


Gurbetine dilenci niyetinde el açan sözleri..
Mızıkasından sevda sesleri çıkan birkaç iyi niyetim..
Ve kollarında saç ölüleri birikmiş çıplak nefesim…

Sesine tutturulan türküyle aldın beni berine
Halbuki beklemek yanlısıydım
Gelmemek için direnirken, gölgesine beni alan’ı ‘umud’um sandım
Rivayet edilir ki sen bana çokça ihanet buyurmuşsun
Koynunda benden bi’haber yılan ıslaklığında hain geceler uyutmuşsun
Demedin ki yalnızım, alnımdaki yazgıdan meçhul
Demedin ki yaslıyım, ötemdeki senden meçhul
Yani, biz olmayı dilerken kendini ben’siz bulmuşsun.

Konuşabilirdik, ama dillerin suskunluğunca
Dillenebilirdik, sessiz bir ustalıkla
Ama
Sen benden daha beter bir el’in avucunda
çizgilerin kırık notasıyla
aşk’a dair izler aramaya yeltendin
suçlusun
yum bütün kirpiklerince g/özünü
yum ki içinden ölüm rotalı kıpırdanışlar çıkmasın.

Bağbozumu ümitlerin kan sayfasına dökülüşünce
Kendimize dair soluklanışlar aradım
Yol boyu gizlenmek adına, adımlarımı bahar’ın hafifliğine doğradım
Kehribar hüzünlerin fotoğrafında yokluğumuza bir yer bakındım
Köprü altı karanlıklarınca koştum, tökezledim
Alnımdan garip terler intihar ettim
Bazen diz boyu mayınlarla korkakça dalga geçtim
Ne için, kim için
Hangi sebep ve hangi hâd ile?!
Kendimi düşününce bil/in/dim de
seni düşleyince
Bil/e/medim
Biz / için diyemedim.

Sırtımda ağaran yükün farkındayım
Ellerim ki göğe açılan bir çift aval
Şimdi, kaideyi bozmak adına bir istisna bilesem dişlerimce
Dilimin doğurganlığına kısırlık düşer
Sonra nasıl susarım?!
O vakit bana da ince bir rüzgarın teninden
Gırtlağıma lâl bir avaz
Kendime de bozkırdan bir a/yaz girdirmek düşer
Düşünsene, ben susmazsam eğer
Kim seni kendiliğinden, kendine armağan eder?!

Fukara isteklere bel bağlanmıyor
Kaldı ki, ben o kadar cesaret ehli değilim
Sensizliğime mektuplu bir günde
Dünüme ağlayacak kadar gözyaşı ezberleyemedim
Hay Allah!
Ne kadar da tembelim..
Yoksa ben mi çok’um bu yoklukta?
Ben miyim yokluğun yüz/süz/ü yoksa?
Yokluğunca şiir eskitsem de perdeleri tarayan rüzgar efendiliklerinde
Benden başka bir matem bekleme
Say ki,
Sana ağlayacak bir çift göz budalası hiç olmadı
Say ki yanağımdan süzülen saçlarım senin ellerinle hiç taranmadı
Benim kadar unutmaya meyil et biraz
O hiç hatırına koyamadıklarını!
Öğreniyorum işte
Hiç olmamış gibi yaşamayı
Aklımın bilmem kaçıncı tozlu rafına hatıraları mıhlamayı
Seni yokluğunla var saymayı
Söylenmemiş sözlerini kendimce kılıflayıp, kulağımda çınlatmayı
Filintası kör bir bıçak olan o intihar girişimlerinden kendimi soyutlamayı
Deniyorum işte
Bu kadar derin bir mevzudan sağ çıkmayı.

Çok fiyakalı bir dönülmezin yolcusuyum
Senden ve benden fi tarihinde bahsedilmiş gibi yapabilecek kadar umutsuzum
Şimdi çekiliyorsam eğer, kalan birkaç güzelce’nin sus yorumuyum…


Zeyneb Özge

03 Ağustos 2008

Asude Bahar II

buradayım, bıraktığın gibi
mıhlanmışım serüven rengi gidişlerine
ne zor ayrılıklar;
bakma sen umrumda değilmiş gibi göründüğüme.
kan dolduruyorum şimdi avuçlarıma
yokluğuna
haftalık da olsa alışmak zor.
ekiyorum değmişliğimi yanaklarına,
eksiliyor şimdi yokluğunda
senli büyümelerim.
benim göz bebeğim;
o bebekler ne güzel beşikti sana.
asude baharım,
bebeğim!..


Filiznur



01 Ağustos 2008

Bir tek acıların kaldı gözyaşlarımda..

Bir tek adın kaldı dudaklarımda
Bir de gözlerimde hatıraların...
Hani dik duracaktık acıya,
Hani aynı yürekle gülüp
Aynı gözlerde ağlayacaktık sevdaya...
Şimdi yalnızlığın ipi geçti boynuma.
Yokluğun yükledi sırtıma...

Bir tek acıların kaldı gözyaşlarımda..
Güneşi bile ağlatacak acıların..
Oysa ben yemin etmiştim,
Acıların icin sırtımı semer bileceğim diye.
Söz vermiştim,
Sensiz ölmeyeceğim diye...
Şimdi sensizlik duruyor başucumda..
Şimdi ayazlar yüregimi sorguluyor
Ayrılığınla yüzüme vurduğun kapımda..

Söyle ne olur...
Beni unuttuğunu söyle...
Hiç sevmediğini haykır..
Yeminlerinin yalan olduğunu,
Sevginin sahte olduğunu vur yüzüme...
Yemin olsun ki,
Bir damla gözyaşı düşmez artık..
Çünkü gittiğin gün,
Ayak uçlarında
"Sana" ölmüştüm sevgili..