21 Ağustos 2008

Uğurlama

Bu şehir yıldızlarını zemheri yağmurlarıyla gölgelemezdi böyle, yaşanmayabileydi tahayyül vakitlerini biçimsiz bir biçişle katleden yanılgılar. İki yakası bir araya gelmeyen bir kentte meridyen boyu volta atmak gerekmeseydi, sokak başları bir ağıtın adımlanışına şahit tutulmazdı. Ve iyot kokusu yakmazdı genzini adamın, belirgin bir belirsizlikle ruhumuza çöreklenmeseydi ânın en hüznü mahfuz hallerinde saçlarımızda beyaz bir leke ile varlığını tescilleyen yazılmamışlıklar.

Susma hakkını erken kullanmanın cezasıdır bu vakitsiz çıldırışlar..

Bir iç denize aynı noktadan bakarken, söylenmesi gerekenlerle cedelleşip, söylenilmesi istenenlere devşirmek gerekliliği kadar dardayım. Akla bela bir karmaşanın adam boyu hüsrana kesen iç hesaplaşmasında, maktûlün gözlerini kapatıp ölüm saatini kayda geçerken zaman, aynı yere göz dikip bambaşka şeylere kör kalan iki yitirilmiş hayattan bir “biz” oluşturmanın imkansızlığına böylesi kâni iken yüreğim, benzer zamansız sancılara bel bağlayarak söylenmeliydi belki “sana ihtiyacım var”.. Halbuki ihtiyacı yok hiç kimsenin hiçbir şeye, can alıcı meleğin parmaklarını ruhunda hissettiği an, eylemlerini su üstüne çıkaracak bahanesizlikler kadar. Ve bilmiyorsun neye benzer, olmayacak duaya denmesi istenen dört harfi zikredememekten suçlu bulunmak…

Bütün ayrılık hikayelerini yükleniyor avuç içine, geceye nifak düşüren çığlıklarım. Ben son vapurum hükmü infaza mühürlenip Haliç’te katledilen. Tüm tutsaklıklarımı gözlerime hapsettim, özgür kalsın diye kirpiklerinde alazlanan firari ruzgâr.. Üzerime ölü toprağı serpiyor bağ bozumu gözlerin. Saçların, yılların eskitmekte gecikmediği bir şeyleri ahenkliyor.. Tahayyülüme düşüyor belge hükmü taşımayan alın çizgilerin. Sana "denedim" demeye yeltendiğim her vakit, küskün çocuk bakışın kesiyor yolunu bitişlerin..

Oysa delikanlı olmak yetmiyor gözü kara vuslatlara.. Kaç gençlik çürüttüm yıkılası duvarların hüzün bulaşığını temizlemek için! Tüm kanıma mâl oldu resmedilişi karanlığıma gözlerinin. Gözlerini çoğalttıkça yüreğimde, gözlediğimden oldum ben yâr..

Şimdi kapı önü nöbetleri sarmalıyor rampalarda duraksayan sevdamın vites dişlilerini. El işi tesbihlerde çekiyorum gecenin tüm hüznünü içime. Kısık bir ıslık gibi artık, saçlarımda bozulamamaktan kindar rüzgârın nefesi. Bu umursamaz boşluk soğuğunu salıyor yar/a kalmış yerlerimden.. Bu ayaza kesmiş hüzün, en dirayetli yanlarından bulaşan laneti kabulleniyor.. Bakma sedasız bir ağıtta giyotinlenmiş gözlerime, ben öfkeye delalet bir suskuda kanırtıyorum ciğerlerimi. Öyle yalnız bir ölüme çarptırıldım ki, gece bile mayası tutmamış bir salkım üzümden beklenen promil kadar. Varlığım anlamsız gel/gitlerde çırpınan azatsız ruhların cehennem bekçisi.. Bana aşkın en helal halinden bir ölüm biç, senin ellerinden olsun yâr....

Korkuyorum, bu tenhalık aşka alâmet değil... Bu nasır bana ağır.. bu gökyüzü âhıma dar..

Artık vuslatın adı ölüm, yaşamın adı efkâr...


Ayşegül MOR

Hiç yorum yok: