29 Ekim 2008

Bir Düş Bozukluğundan Kanserli Yansımalar



‘Sessizliğimin ipini çeken ses bu şehri İstanbul’un nefes alışverişleridir’



Zaman bir ibrikten dökülüyor cemalime. Ve kalınca izler bırakıyor çehreme. Beyin zarıma koca bir çengel asılıyor. Soru işareti: doğrumun bir demirle bükülüp altına küçük bir nokta iliştirilmesi. Kıskıvrak. Üstelik cevapsız da. Yalpalıyorum. Sokak lambası altında zikzaklar çizen ellerim 'yar suretini' yontuyor suya. O yontuldukça kıvılcımlar eleniyor saçlarıma. Yanıyorum. Acımı tutup fırlatıyorum suya. Ne yüzebiliyor ne de boğulabiliyor. Tutup çekiyorum kolundan ve tekrar iğneliyorum yakama. S/usum var diyorum size. Duymuyor musunuz? Gürültü de yapıyorum üstelik 'yar ayağına'. Ama kelimelerim ağzımdan büyük. Bu yüzden parçalıyorum onları:

Sus... sus ... susuyorum!

Zihnime bir kıymık saplanıyor. Kıyıyor düşlerime. Düşlerime ışıltılı merdivenler inşa ediyorum. Bu kez aşağı inen merdivenler. Tırabzanlar çıkıp elimde kalıyor. Düşüyorum...
Kanırtılmış sabahlara uyuyor gözlerim. Kafiyesi kemirilmiş şiirlere uzanırken, sırtım açıkta kalıyor. Üşüyorum sessizce.

Ellerimden hicret var… Gözlerimde gazveler… Savaş serzenişlerin çığlıklarında boğuluyorum. Görmüyorlar. Yine kimse bilmiyor kemirgen ısırıklarla kıvrandığımı. ‘Madem git’ lerin sinir bozuculuğunda şizofrenik düşler biriktiriyorum beynime. ‘Keşke gel’ silsilesi vuruyor usumu. ‘Koca bir intiharla gerdeğe gir’ lafızları zorluyor ar’ımı. Mahremin mi kaldı ki aşktan gayrı?
Sebebimi ketum bir şehre yüklemeye çalışırken kalk diyor bir ses. Kalk ve diril sanrılarından. İffete bürünmüş bir düş düşüyor önüme. Tutmuyor ayak parmaklarımdan. Velveleye tutuluyor dilim… Kusuyorum…yine yemyeşil…Kalkamazdım diyorum ve girift kalıyorum.

Yangınıma su taşımayan sucular mı suçlu. Yoksa en çok onlar mı sevi hak edici. Cevabı suretime düşmeyen sıretimde gizli. Aynada yansımayan yüzümde var bir görmediğim. Görünmeyende saklı yanım. Ve hiç görülmeyecek olanda mahfuzum.

Bırakın yar nerede oturursa otursun. Gülücükten kulelerde, görkemli sevilerde, ihtişamlı öpücüklerde yaşasın. Billur suretler geçsin bakılası gözlerinde. Bırakın adına neşve düşsün ,kalbinin eteklerine yıldızlar. Mubah kılsın kendine ağzı kulaklarında sevda günahlarını. Bir yaşamı tam ortasından avuçlasın. Sesini düşürsün nağme arayan nakaratlara. Nakaratlarca yaşasın yar! Tekrar edilsin dirildikçe. Sarmalansın sarmaşıklarca.

Ki ben yine meftun olayım gide(meye)ne… Bir dağın eteklerinde sessiz figanlar biriktireyim hiç olmayana. Boğulayım yaşayamadıklarımda. Kaydım düşülmesin hiçbir ölüm döşeğine. Yerim hep sıcak kalsın hiç olmamışım gibi.

Anka kuşu özendirme çabalarına giriyor son demlerimde. Boşuna uğraşıyor; küller son dönemeçteki sağ yoldaydı. Ben artık köprüden çoktan geçmiş bir leşim…Ve göremediğim son tabela:

‘Köprüden önce son çıkış’


Çok geç/ti…



Merve Ayata

Hiç yorum yok: